

Oray Eğin, Trump hakkında ilginç bir yazı kaleme aldı ve onun ardından Abdülkadir Selvi, Saray’ın gözdelerinden biri olarak konuyla ilgili düşüncelerini paylaştı.
ABD’deki olağanüstü hal ve İran’a yönelik saldırı işaretleri, Trump’ı gündemime sokmasa da, İmamoğlu’na savunma hakkı tanımayan AKP dururken dikkatimi çekmiyor değil. Bu sırada Halk TV’ye el koyma girişimi üzerine düşününce, Türkiye-ABD ve özellikle ERDOĞAN-TRUMP ilişkisini değerlendirmek tam da yerinde bir konu.
* * *
Öncelikle Oray Eğin’in dikkat çekici notları:
“Geçen hafta bir kaynağım Washington’dan dönerken adeta Trump ailesinden haber getirmiş gibi konuştu benimle. Tüm bunlar İstanbul’daki bir buluşmanın ortasında gerçekleşti. ‘Trump, Türkiye’yi bugüne kadar hiç görülmediği gibi övdü,’ dedi. ‘Ama Türkiye, bu övgüleri karşılıksız algıladı. Trump, biraz iltifat görmek istiyor ve gerekirse ‘Sen Amerika’nın başına gelmiş en iyi şeysin,’ gibi abartılı övgüler bekliyor.’”
Trump’ın narsist bir lider olduğu ve bu nedenle övgü beklemesi oldukça doğal. Ancak Erdoğan’ın birisini övmekte ne kadar zorlandığını da biliyor olmamız gerekiyor. Beyaz Saray ve Pentagon analistlerinin bu durumu fark edip etmediği pek meçhul. Erdoğan “Eğer Hz. Muhammed’den sonra peygamber geleceği söylenseydi kendisi olacağına” inanıyor olabilir gibi görünüyor. Aşırı taraftarlarının buna karşı çıkmaması da bu düşünceyi destekleyen bir unsur.
Erdoğan’ın taktiği, öfkelendiklerine en ağır sözcüklerle saldırmak; övmek istediklerini ise başkaları aracılığıyla dile getirmektir.
Bu noktada Abdülkadir Selvi genellikle sahneye çıkıyor. Selvi, Saray’ın ABD’ye ve özel olarak Trump’a olan yaklaşımını açık bir şekilde ifade ediyor. Yazısına “TRUMP BİZE LAZIM” başlığını koymuş.
Erdoğan için iktidarının sürdürülebilirliği açısından bu paradigmanın geçerli olduğunu belirtmekte fayda var. Selvi, ABD’deki Protestoları ve Trump’ın “vali çağırmadan askeri sokağa çıkartmasını” nasıl yorumladığını merak ediyorum.
“Trump’ın derin Amerika ile savaşı..”
Önümüzdeki günlerde Saray kaynaklarından buna benzer tespitlere sıkça rastlayacağız. Önceki CNNTürk günlerinden biliyorum ki; Saray’ın bazı kurullarında belirli kavramlar oluşturulup, bu kavramların medyadaki kilit isimlere not olarak gönderildiği biliniyor.
Selvi’nin yazısı, aynı zamanda “DERİN SARAY” retoriği ile önemli örneklerinden biri. Trump’ın yaşadığı isyanı ve ardından neden sevip kucaklamamız gerektiğini şöyle ifade ediyor:
“Trump’ın Beyaz Saray’da Netanyahu’yu, ‘Makul ol Bibi’ diyerek uyarması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dair övgü dolu sözleri, ona şapka çıkarmak için oldukça yeterli. Ayrıca Trump’ın Suriye politikasının faydalı olduğuna ve PKK’nın silah bırakma sürecine olumlu etkisi olduğuna inanıyorum. Trump’ın Suriye’yle ilgili yaklaşımı ve bunun PKK’nın silah bırakması üzerindeki olumlu etkisi, onu desteklemem için yeterli.”
Neymiş? Netanyahu’ya “makul ol” dediği için tüm sorunlar çözümlenecek mi? Peki, Erdoğan’ı övmesi de bu kadar basit mi? “Ben istiyorum, kimseye, Meclis’e falan sormadan anında yapıyor” sözleriyle mi övmüş?
ABD’nin Rojava yönetimini desteklediğini gönül rahatlığıyla tekrarlamaları gerekecek mi acaba? Selvi’nin Trump’a duyduğu hayranlık, onun gerçek bir etki sahibi olduğunu mu gösteriyor? Zannetmiyorum.
Şu an Erdoğan-Trump buluşması için çalışanların epey sıkı bir mesaiye girmesi gerekiyor gibi gözüküyor. Gazze üzerindeki sessizliğin ardında bir sebep olmalı.
Örneğin; Gazze için insani yardım malzemesi taşıyan Madleen Gemisi, İsrail askerleri tarafından basıldı. Arkasından gelen garip bir yanıtla karşılaşıldı. İklim aktivisti Greta Thunberg’in şortlu bir fotoğrafı ile birlikte şöyle söylendi: “Şort giymiş bir kadınla müminlerin Gazze hassasiyeti aynı olamaz. Kıyaslanamaz.”
İnsanlar aklın devreden çıktığı zamanlarda böyle absürt iddiaları sorgulamadan geçmektedirler. Hele “Peki, o gidiyor da sen niye minderinden kalkmıyorsun?” sorusunu asla sormamak gerekir.
Selvi, Trump “sakin ol” dediği için Netanyahu’nun sakinleştiğini ifade ederken aslında neyi anlatmaya çalışıyordu ki?
İşin ironik yanı, Netanyahu’nun sakinleşme ihtimali oldukça düşük. Üstelik bu söylenenleri Amerikan köşe yazarları da tekrar ediyor.
Trump’ın bölgedeki Amerikan varlığının ve hatta Erbil’deki konsolosluğun acilen tahliyesini, “İsrail çok kısa süre içinde İran’a saldıracak” şeklinde yorumladığını biliyoruz.
Mümkün mü bu? Yoksa bu sadece, ABD ile İran arasındaki muhtemel nükleer silah görüşmeleri öncesi bir blöf mü? Zaman gösterecek.
Amerikan filmlerinde “anayasayı çiğnemek” denildiğinde, insanlar anında durur. Ancak Trump, anayasayı hiçe saymayı sürdürüyor ve ABD medyası buna karşı çıkıyor. Peki biz, alıştığımız durumlarla mı karşı karşıyayız yoksa bir başka geçmiş anı mı? Özal, “Anayasayı bir kere çiğnemekten bir şey olmaz” dediğinde gülmüştük, şimdi ise bunu normalleştirmeye çalışıyoruz.
Bahçeli, Erdoğan’ın anayasayı hiçe sayarak “tek adam” rolüne dönmesi üzerine tepkileri görünce şöyle demişti: “Ortada fiili bir durum var. Değiştiremiyorsak anayasayı bu duruma uygun hale getirelim.” Gerçekleşenler, pek de şaşırtıcı değildi.
Bugün, en basit haklar bile güvence altında değil. Şüpheliler, avukatlarına herhangi bir bildirim yapılmadan sorgulanıyor. Bu sorgulamanın sonu genellikle bir “itirafçılık” hikayesine dönüşüyor ve bu süreç, pek çok kişi için bir eziyet haline geliyor.
Neyse, Trump ve Erdoğan bir araya geldiğinde, tüm sorunlar çözüme kavuşur mu? Bakacağız! Önümüzdeki günlerde neler olacağını takip edecek ve her yeni gelişmeyi gözlemleyeceğiz.