reklam
reklam
DOLAR39,5410% 0.16
EURO45,4823% 0.11
STERLIN53,1969% 0.26
FRANG48,3916% 0.08
ALTIN4.302,81% 0,04
BITCOIN104.854,17-1.661
reklam

Sorunların Temelindeki Slogan: Nil Nehri’nden Fırat’a Kadar

Yayınlanma Tarihi : Google News
Sorunların Temelindeki Slogan: Nil Nehri’nden Fırat’a Kadar
reklam

Mustafa Kemal Erdemol

İran ve İsrail arasındaki çatışma, ülkemizde de çeşitli bilinç altı duyguların dışarıya vurmasına sebep oldu. Ciddi bir İran karşıtlığının mevcut olduğunu gözlemledik. Mezhepsel ayrılıklar dışında Kemalistler, liberaller ve solcular arasında da ortak bir nefretin varlığı şaşırtıcı. İran’a yönelik öfke, bazı haklı gerekçeleri barındırmakla birlikte, bu durumun açıkça İsrail yanlısı bir tutuma dönüşmesi dikkat çekici. İran yönetiminin kadınlar ve gençler üzerindeki baskıcı tavrı ve cezalandırmada uyguladığı sertlik, tartışmaya kapalı bir gerçek. Bu nedenle, halkın mollalar rejimini devirmeye yönelik çabalarına itiraz edilemez.

Ancak, İran ile İsrail arasındaki çatışmayı mollalar rejiminin devrilmesi için bir fırsat olarak görmek, durumu değiştiren bir yaklaşımdır. Zira, haklı sebeplerle İran’ın İsrail karşısında zayıflamasını istemek, İsrail’in genişleyici politikalarına dolaylı yoldan destek vermek anlamına geliyor. İsrail, dini temellere dayanan genişleme ve yerleşim politikalarını askeri ve siyasi hareketlerle sürdürmektedir. Yani, karşımızda laik görünümlü bir din devleti var. İran, bu duruma küçük farklılıklar gösterse de, temelde bir din devleti işlevi görmektedir.

İran, İsrail’in yayılmacı tutumunu engelleyebilecek konumda değil; kendi toprak güvenliği tehlikede olmadığı için İsrail ile doğrudan çatışmasına da gerek yok. Ancak, bazı gruplara destek vermesi İran’ı İsrail için tehdit haline getiriyor. Asıl mesele İran’ın nükleer silah geliştirmesi değil; nükleer silahı olmasa bile yine de İsrail’in hedefinde olacaktı.

Mollaların yönetimi İsrail karşısında zayıfladığında, bu durum Büyük İsrail’in kurulması için önemli bir adım olacaktır. Büyük İsrail kavramı, günümüz İsrail’indin tanınan sınırlarının ötesini hedefliyor. Bu fikrin kökleri tarihi anlatılara dayanmakta ve “Nil Nehri’nden Fırat’a kadar” sloganıyla ifade edilmektedir. Bu slogan, İsrail Parlamentosu Knesset’in duvarında da yer alır. Hedefteki topraklar Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze Şeridi, Lübnan’ın bazı bölgeleri, Suriye ve Ürdün vardır. Dolayısıyla, İsrail’in güvenliği tehlikede olmasa da, Büyük İsrail politikalarına karşı çıkan herkese saldırması da anlaşılabilir.

İran’a karşı bir din devleti olduğu için edinilen eleştiri, aynı zamanda İsrail’in de bir din devleti olduğunu unutturmamalı. İran’daki dini baskının olmaması, İsrail’in dış politikasının dini temellere dayandığını göz ardı etmemizi gerektirmez. Büyük İsrail düşüncesinin temelleri, Yaratılış 15:18 ve Tesniye 11:24 gibi İncil metinleriyle de belirlenmiş olup, bu metinler üzerinden ele geçirilmesi hedeflenen topraklar üzerinde dini bir hak iddia edilmektedir. Eğer din devletine karşı bir duruş varsa, aynı şekilde İran ve İsrail’e karşı tavır almak gerekir.

İsrail’in güvenlik gerekçesiyle gerçekleştirdiği saldırılar saymakla bitmezken, İran rejimi ne bölgeye ne de başka bir yere saldırı düzenlemiştir. Örneğin, Silahlı Çatışma Konum ve Olay Verileri Projesi, 7 Ekim tarihindeki Hamas saldırılarından sonra İsrail’in Lübnan, Suriye, Yemen ve işgal altındaki Filistin topraklarına tam 17.081 hava saldırısı düzenlediğini belirtti. Bu süreçte, sadece Lübnan’a 6544, Suriye’ye ise 144 saldırı gerçekleştirilmiştir.

Bu saldırıların büyük bir kısmı Filistin topraklarında, özellikle Gazze’de yer almaktadır. Burada kaydedilen 10.389 saldırı, toplam saldırıların %60’ından fazlasını oluşturuyor. İran, ne bir hava saldırısı düzenlemiştir ne de İsrail’e ajan sızdırmıştır. Oysa bu tür eylemler, İsrail tarafından İran’da gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, İran mı yoksa İsrail mi tehlikeli sorusunun cevabı, bu verilerle daha net bir şekilde verilebilir.

İsrail’in, Filistinlilere karşı yıllardır uyguladığı baskıları uluslararası yargıya taşıyan Müslüman bir ülke değil, Güney Afrika olmuştur. Güney Afrika, Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’i Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırım suçuyla yargılayarak önemli bir adım atmıştır. Soykırım tanımının ortak bir anlayışla kullanılmadığı bir ortamda, bu tanımın İsrail için gündeme getirilmesi de yanlış olmayacaktır. Bu, aniden gerçekleşen bir soykırım değil, uzun yıllara dayanan bir kırımın ifadesidir.

Örneğin, İsrail, 1948’de topraklarından sürgün ettiği Filistinli mültecilere geri dönüş izni vermemiştir. 1949’da Israel’in Washington Büyükelçisi Eliahu Elath, Beyrut’ta bulunan yardım kuruluşu AFSC’nin temsilcisiyle yaptığı görüşmede, “eğer İsrail tüm mültecileri geri alırsa, intihar etmiş olur” demiştir. Oysa, Birleşmiş Milletler’in 194 sayılı kararında, yeni kurulan İsrail devleti için mültecilere dönme ve komşularıyla barış içinde yaşama hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla, “İran nükleer tehdit” algısı da oldukça sorgulayıcıdır. O dönemde Hamas ya da Hizbullah gibi gruplar mevcut değildi.

İsrail’in dinci rejimi devrilsin derken, karşısına dinci bir İsrail mi çıkar? 1996 yılında yapılan Üçüncü Uluslararası Siyonist Kongresi’nde “Tanrı tarafından Yahudi halkına sonsuza kadar verilecektir” gibi ifadelerde sesiz kalanlar, bu sorun karşısında düşüncelerini açıklamaktan kaçınmakta mıdır?

İran karşıtı düşünceleri zıt bakış açıları şekillendirebilir. Ancak, İsrail’e karşı beslenen tepkilerin 80 yıldır topraklarından kovulan Filistinlilerin bağlamında değerlendirilmesi önemlidir. Bugün, BM’nin defalarca aleyhine karar çıkardığı bir İsrail ile karşı karşıyayız.

İsrail’in toprak genişletme vizyonunu görmek, ancak İran karşıtı bir tutum sergilemek doğru bir yaklaşım değildir. İran’ın düşmanı belki İsrail’dir ama, İsrail’in düşmanları bölgedeki güçlerdir. Bunlar arasında Lübnan, Mısır, Pakistan, Afganistan ve dolayısıyla İran bulunmaktadır. Nükleer silah meselesi, bölgede başka faktörlerle de bağlantılıdır.

Dinci bir molla rejiminin devrilmesini savunmak, ancak dinci bir İsrail’e destek vermek anlamına mı gelmektedir? 1996’da Kudüs’te düzenlenen kongrede olan sözler her şeyin özeti gibidir. İran’a karşı mücadele içinde olan farklı sesler, aslında pek çok farklı görüşü de temsil etmektedir. Sonuç olarak, İran’ı güçlü bir şekilde eleştirmek yerine, durumu bütün yönleriyle değerlendirmek ve tarihsel bağlamda ele almak gerekmektedir.

reklam

YORUM YAP