

Beşiktaş, bu sezonda varlık ve yokluk arasındaki ince çizgide yürümekteydi. Sanki bir Nietzsche aforizmasının sahada vücut bulmuş hali gibiydi. Süper Kupa’da Galatasaray’a karşı elde edilen tarihi 5-0’lık zafer, birden doğan bir güneş gibi parladı. Ancak o ışığın altında maratona girildiğinde uzun gölgeler belirmeye başladı. Yönetim krizleri, teknik direktör değişiklikleri, sakatlıklar ve tükenmiş bedenler… Her şey, bir futbol takımından çok içsel bir buhran yaşayan bir kalabalığı andırıyordu.
Beşiktaş, sezonun şampiyonu Galatasaray’a çelme takan tek takım olmayı başardı. Kadıköy’de Fenerbahçe’yi mağlup etti. Fakat ardından, bir varmış bir yokmuş masallarını andırır şekilde en umulmadık yerlerde tökezledi. Sanki kader, tutarsız bir yazarın kaleminden çıkmış gibi görünüyordu.
Ole Gunnar Solskjaer’ın gelişi, sistemin yanı sıra belki de varoluşun bir değişimiydi. Taktik tahtasına çizilen her ok, soyunma odasındaki sessizliğe ses, sahadaki dağınıklığa ritim kazandırmaya çalışıyordu. Kimliğini yitirmiş bir takıma “kendilik” katıyordu. Ancak bu dönüşüm, doğum sancıları gibi; acılı, sancılı ve bazen boşunaydı…
Zira Beşiktaş’ın sezona yayılan halleri, Herakleitos’un ırmağına benziyordu. Aynı suya iki kez giremiyorlardı. Kazandıkları zaman bile farklı bir Beşiktaş vardı. Kaybettiklerinde ise sanki daha önce hiç olmayan biri. Süper Lig’de beklenen istikrar bir türlü sağlanamadı ve sezon 4. sırada tamamlandı. Üçüncülük son maçın son saniyesinde elden gitti.
Türkiye Kupası’nda da çeyrek finalde elendi. Ne tam bir çöküş, ne de tam bir zafer… Yalpalayan bir geminin günlüğü gibiydi.
YENİ NEFES: RAFA SİLVA
Sezonun en parlak hamlelerinden biri, kuşkusuz Rafa Silva oldu. Zekâsı, pas aralarına gizlenen oyun görüşü ve soğukkanlı bitiriciliği takıma gerçek bir seviye atlatmayı sağladı. Solskjaer ile performansı adeta değişti. Rakiplerin değil, fikirlerin peşinden giden bir oyuncu olarak öne çıktı. Beşiktaş, uzun bir aradan sonra topu ayağında değil, kafasında gezdiren bir yıldız izledi. 35 maçta 12 gol, 6 asistlik performansıyla parladı. Galatasaray’a attığı gol ise uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir anı oldu.
PARLAYAN YÜZLER, SÖNEN YILDIZLAR
Ciro Immobile (30 maç / 15 gol): Skor yükünü taşıyan kritik maçların adamı oldu.
Gedson Fernandes (24 maç / 7 gol / 1 asist): Orta sahada dinamizmiyle ön plana çıktı, takımın motoru oldu.
Mert Günok (34 maç / 11 maçta gol yemedi): Kritik anlarda güven veren bir kaleci oldu.
Arthur Masuaku (33 maç / 8 asist): Savunmadan hücuma katkısıyla sezonun sürprizlerinden biri olarak dikkat çekti.
Milot Rashica (28 maç / 3 gol / 8 asist): Dalgalı ama etkili bir sezon geçirerek özellikle asistleriyle takıma katkı sağladı.
Alex Oxlade-Chamberlain (18 maç / 1 gol): Sakatlıklar ve düşen formu nedeniyle beklentilerin altında kaldı.
Semih Kılıçsoy (32 maç, 3 gol, 4 asist): Gelecek adına umut verici bir isim, ancak henüz bekleneni veremeyen bir ışık gibi parlayıp sönüyor.
NE ZAFER, NE HEZİMET
2024/25 sezonu, Beşiktaş için içsel bir yolculuktu. Ne tam bir trajedi, ne de mükemmel bir zaferdi. Ancak ardında sorgulamalar bıraktı.
Solskjaer’ın etkisi sürecek mi?
Kadro derinliği yeterli mi?
Yeni sezonda Beşiktaş, kendi ırmağını bulabilecek mi?
Cevabı bir sonraki sezonda ortaya çıkacak…