reklam
reklam
DOLAR39,2941% 0
EURO44,9500% -0.06
STERLIN53,3990% -0.02
FRANG47,8904% -0.14
ALTIN4.260,89% 0,57
BITCOIN102.717,96-2.173
reklam

İtibarın Cellatları ve Teşhirin Töreni

Yayınlanma Tarihi : Google News
İtibarın Cellatları ve Teşhirin Töreni
reklam

İnsanlar sırayla yürütülüyor…
Henüz mahkemelerine başvurmayan, savunma yapmayan ve suçlu olarak kabul edilmeyen kişiler bunlar.
Ama çoktan yargılanmış gibi görünmekteler.
Bir sabah, kameralara “gösterildiler”
Belediye başkanlarıydı; halkın rızasıyla seçilmişlerdi.
Fakat şimdi, devletin kameralarının önünde sıralanmış durumdalar.

Bunun adı hukuki bir süreç olamaz; bu bir itibar infazıdır.
Ve bu durum, aslında yeni bir olgu değildir.

Tarihin derinliklerinde yankılanan eski bir ayin bu.
Antik Roma’da gladyatör oyunlarından önce zincire vurulan muhalifler ve isyancılar, şehir meydanında yürütülürdü. Kalabalık, bu törene alkışlarla eşlik ederdi. Bu, bir gösteriydi. Bir mesaj iletimi.
İmparator, sessizce haykırırdı:
“Karşımda duranları bu şekilde dize getiririm.”

Orta Çağ’da suçun adı genellikle önemsenmezdi. Yeter ki suçlu görüntüsü oluşturulsun.
İnsanlar şehir meydanında direklere bağlanır, taşlanır ve alaya alınırdı.
Bu bir yargı süreci değil; bir gösteri cezasıydı.
Yargılanmadan önce aşağılamak, cezalandırmadan önce lekelemek hedefleniyordu.
Çünkü mesele sadece bedeni cezalandırmak değil, bir düşünceyi halkın gözünde mahkûm etmekti.

Fransa’da devrim karşıtları, sokaklarda suçları haykırılarak gösterilirdi.
Son durak: Giyotin.
Amaç bir kafayı almak değil, bir düşünceyi yok etmekti.

Çin’de, Kültür Devrimi sırasında “karşı devrimciler” meydanlarda teşhir edilirken, boyunlarında suçlarını belirten pankartlarla dolaştırılırdı.
Özür dilemeleri isteniyordu.
Bu özürler, adaletin simgesi değil; iktidarın zafer şarkılarıydı.

Bugün Türkiye’de yaşananlar bunların bir benzeridir.
Emniyetin çektiği ve servis ettiği görüntüler paylaşılıyor.
Devletin ajansı, devletin yargısından önce karar veriyor.
Halkın oylarıyla seçilen başkanlar, suçlu olarak damgalanıyor.
Henüz şüpheli oldukları bile unutulmuş durumda.
Çünkü teşhir, bir niyettir.
“Bakın” deniliyor, “istediğimizde sizi böyle yürütürüz.”

Bu artık adli bir süreç değil, sinematografik bir olgu.
Bir film sahnesi.
Senaryosu iktidar merkezinde yazılmış, figüranları polisler, başrolleri ise halkın temsilcileri olan bir politik kurgu.

Bu görüntülerde yalnızca insanlar değil, aynı zamanda sandık da yürütülüyor.
Seçme hakkı da yürütülüyor.
Halka şu mesaj veriliyor:
“Senin seçtiklerin değil, bizim gösterdiklerimiz kalır ayakta.”

Bu çağda mahkemeler salonlarda değil, manşetlerde kuruluyor.
Kararlar hâkimlerden önce kameralarla veriliyor.
Ve teşhirin biçimi değişse de özü her zaman aynı kalıyor.
Korkutmak. Sindirmek. Diz çöktürmek.

Ama tarih, her teşhiri kaydeder.
Her itibar suikastının izini taşır.
Ve sonunda arşiv tozlarının arasından bir hakikat belirir.
Adı bazen Spartaküs, bazen Danton, bazen Liu Xiaobo ya da Mustafa Kemal olur.
Ve her defasında bir sözle tamamlanır bu tarih.
“Zulümle abad olanın, ahiri berbad olur.”

reklam

YORUM YAP