

Afrika ritimleri ile blues ve gospel gibi türlerden beslenen caz, 20. yüzyılın başında sistematik ırkçılığa maruz kalan siyahilerin hüznünü ve mutluluğunu, özgürlük taleplerini güçlü bir şekilde yansıtan bir müzik türü olarak öne çıkıyor.
– Senegal’de caz müzik grubu Jamm’ın kurucusu ve gitaristi Moustapha Diop:
– “Senegal’de caz hala ‘marjinal’ bir tür olarak kabul ediliyor. Oysa cazın arkasında bizleri doğrudan etkileyen önemli bir misyon var.”
Her yıl 30 Nisan’da dünya genelinde kutlanan “Uluslararası Caz Günü”, cazın yalnızca bir müzik türü olmadığını, aynı zamanda bir direniş aracı olduğunu da hatırlatıyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, 20. yüzyılın başlarında Afro-Amerikan toplumu tarafından geliştirilen caz, ırkçılığa ve adaletsizliğe karşı bir direniş biçimi olarak kendini göstermiştir.
Afrika ritimleriyle, blues ve gospel gibi türlerden beslenen caz, sistematik ırkçılığa maruz kalan siyahilerin hüznünü, mutluluğunu ve özgürlük taleplerini güçlü bir şekilde ifade eden bir araç haline geldi.
Cazın ilk dönemleri, ABD’de siyahilere karşı uygulanan Jim Crow Yasaları dönemine denk geliyor ki bu da caz müzisyenlerinin karşılaştığı pek çok engeli beraberinde getirdi.
Yasalardan dolayı birçok siyahi müzisyen performans sergiledikleri mekânlara seyirci olarak dahi giremiyor, şarkı söyledikleri otellerde konaklayamıyor, yalnızca siyahilere tahsis edilen otellerde kalabiliyordu.
Ünlü caz sanatçısı Louis Armstrong’un, 1931’de sahne aldığı otelde beyaz müşterilerle aynı asansöre binmesine izin verilmediği için konser sonrası otelden ayrıldığı ve o şehirde bir daha sahne almadığı bilinmektedir.
Louis Armstrong, Billie Holiday, Nina Simone ve John Coltrane gibi sanatçılar, eserleriyle dönemin zor ırkçı politikalarına karşı durmayı başardıkları gibi, Afro-Amerikan kimliğinin kültürel gücünü de tüm dünyaya tanıttılar.
“Strange Fruit”, “Mississippi Goddam” ve “Alabama” gibi eserler, cazın sadece bir müzik türü olmadığını, aynı zamanda bir eşitlik çağrısı olduğunu da gösteriyor.
APARTHEİD REJİMİNE KARŞI POLİTİK DİRENİŞ
Sadece ABD ile sınırlı kalmayan bu müzikal direniş, Afrika kıtasında da etkilerini göstermiştir. Güney Afrika’da Abdullah Ibrahim ve Hugh Masekela, apartheid rejiminin baskılarına karşı cazı bir araç olarak kullanarak halkın sesi olmayı başardılar.
Ibrahim’in “Mannenberg” adlı eseri, apartheid karşıtı gösterilerde marş olarak kullanılmış ve halk arasında “özgürlüğün sesi” olarak bilinmiştir.
Masekela’nın 1976’da Soweto Ayaklanması’nda yaşamını yitiren öğrencilere atıfta bulunarak apartheid rejimini eleştirdiği “Soweto Blues” parçası, o dönemde büyük ses getirmiştir.
Senegal, Mali ve Gine gibi Batı Afrika ülkelerinde caz, geleneksel müzikle harmanlanarak yeni bir kimlik kazandı.
Malili Salif Keita ve Senegalli Cheikh Lo gibi sanatçılar, müziklerinde ayrımcılık, dışlanma ve eşitlik temalarına yer vererek toplumun sosyal sorunlarına dikkat çekmiştir.
Senegal’de Cazdan İlham Alan Bir Cumhurbaşkanı: Senghor
Senegal’de caz müziğin kendine yer bulabilmesinde ülkenin 1960 yılında göreve başlayan ilk Cumhurbaşkanı Leopold Sedar Senghor’un önemli bir rolü bulunmaktadır.
Caz, Paris’te 1930’larda sömürgecilik ve ırkçılığa karşı bir tepki olarak ortaya çıkan Senghor’un da dahil olduğu siyahi (negritude) hareketine ilham vermekle kalmamış, aynı zamanda şair olan Senghor’un birçok eserine de esin kaynağı olmuştur.
Senghor, 1966 yılında Afrika’nın bağımsızlığı ve ABD’deki sivil haklar mücadelesinden esinlenerek ilk Dünya Siyahi Sanatlar Festivali’ni Dakar’da düzenlemiştir.
Senghor’un, dünyanın dört bir yanından siyahi sanatçıları “ana vatanlarıyla” buluşturmak amacıyla düzenlediği festivale, ABD’li efsanevi caz müzisyeni Duke Ellington’u davet etmesi ise büyük bir yankı uyandırmıştır.