

Toplumda kabul edilen statü algısını stratejik bir şekilde yönlendiren markaların pazarlama dillerini inceleyen Bora, reklamlar aracılığıyla gerçekleşen ayrımcılığın sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel dışlamaya dönüştüğünü vurguladı.
Bora, kıyafetlerin tarih boyunca statü sembolleri olarak kullanıldığını belirterek, “Antik Roma’da padişahların kaftanları, kralların pelerinleri, güçlü tüccarların ipek kumaşları… Bu tür semboller her zaman vardı. Günümüzde ise bu, markaların logolarıyla birleşti.” dedi.
Bora, markaların bilinçli stratejilerle ürünlerini statü sembollerine dönüştürdüğünü ve markaların değerinin arttıkça daha fazla ilgi gördüğünü ifade etti.
Reklam sektörünün statü ayrımcılığında önemli bir rol oynadığını dile getiren Emre Bora, “Son 50 yıldır kıyafetlerin statü sembolü olarak tercih edilmesi reklam kampanyalarıyla zirveye ulaştı… Markanın kalitesi ve tercih edilme oranı, statü gösterge olur. Sosyal baskılar ile reklamlar, ‘Bir yere ulaşmış kişi bunu giyer mi?’ gibi algılar yaratıyor.” dedi.
Bora, hiçbir markanın ürünlerinin “herkes” tarafından giyilmesini istemediğini belirterek, markaların başarısının “ulaşılamaz” olmakla bağlantılı olduğunu aktardı.
Bu mekanizmanın yalnızca ürünle değil, reklam diliyle işlediğini vurgulayan Bora, “Artık ‘Ben bu ürünü aldım.’ demekle kalmıyorsun; ‘Ben bu hayatı yaşıyorum.’ diyorsunuz. Bir restorana gitmek bile bu mesajın bir parçası. Reklamlar sadece gösterge değil, dışlayıcı bir dilin de parçası.” şeklinde konuştu.
Sosyal medya ünlülerinin markaların statü belirlemesindeki etkisini vurgulayan Bora, bu kişilerin aynı markaları giyerek statü onayı aldıklarını belirtti.
– “Herkes Kendini Özel Hissetmek İstiyor”
Bora, “Herkesin ulaşabileceği bir markanın yüksek statü olarak görülmediğine dikkat çekerek, herkes ‘Ben özel seçimlere sahibim.’ demek ister. Statü, herkes ulaşıyorsa ortadan kalkar.” dedi.
Markaların bu statü kaygısı dolayısıyla reklamlarda ulaşılamaz, özel bir dünya resmettiğini ifade eden Bora, insanların bu özel dünyaya dahil olma isteğini vurguladı.
Bora, bazı markaların indirim yapmak yerine ürünlerini imha etmeyi tercih ettiğini belirterek, “Dünyaca ünlü lüks markalar bile satamadıkları ürünleri piyasada görülmesin diye imha ediyor.” şeklinde açıklamada bulundu.
– “Ye Kürküm Ye” Hala Geçerli
Reklamcı Emre Bora, günümüzde lüks markaların ürün yerine sosyal mesajlar ve sınıf kimliği taşıdığını belirterek, “Ürünler sadece logosuna göre tercih edilmiyor, satışlar düşüyor. Hedef kitleye uygun reklam stratejileri geliştiriyoruz.” dedi.
Bora, büyük markaların ürünlerinde bile sınıfsal ayrımlar barındırdığına dikkat çekerek, “Bir lüks markada iki sınıf ürün görüyorsunuz; biri dikkat çekici logoları olan, diğeri minimal ama daha pahalı olan parçalardır.” dedi.
Bu farklılıkların reklamcılara strateji geliştirme zorunluluğu getirdiğini ifade eden Bora, reklam dilinin “sınıf atlama” ve özentilik üzerine yeniden kurgulandığını belirtti.
Bora, markaların ürünlerine kattıkları ekstra özelliklerle sınıfsal ayrımların öne çıktığını belirtirken, “Bazı insanlar aşırı zenginlik içinde yaşarken, bazıları zorluk içinde. Böyle bir ortamda gösterişin budalalığına dönüşüyor.” dedi.
Bora, “sessiz lüks” kavramının minimalizmin gösteriş kültürünü yansıttığını ve bu trendin bir gün sona erebileceğini ifade etti.
Gösteriş kültürünün geçmişten gelen bir temelinin olduğunu hatırlatan Bora, “Lüks bir otomobille restorana giremiyorsa, kolundaki saatle giriyor. Statüsünü öyle göstermeye çalışıyor. Nasrettin Hoca’nın ‘Ye kürküm ye’ sözü bugün de geçerli.” diyerek sözlerini tamamladı.
Bora, markaların artık insanların hassasiyetlerine odaklanarak ürünlerini pazarladığını belirtti ve “Geri dönüşümlü, çevreci malzemeden üretiliyor gibi hassasiyetleri gösteriyorlar. Bu nedenle daha sade modellere ve lüks akıllı saatlere yönelim arttı.” dedi.