reklam
reklam
DOLAR38,8949% 0.36
EURO43,4533% -0.25
STERLIN51,6683% -0.22
FRANG46,4694% 0.15
ALTIN4.001,01% -0,81
BITCOIN103.451,62-0.386
reklam

Atatürk, Cumhuriyet ve Günümüz

Yayınlanma Tarihi : Google News
Atatürk, Cumhuriyet ve Günümüz
reklam

“Tarih bilincinin ışığı, yaşadığımız zamanın karanlıkları, sisleri/pusları arasında yol göstericidir. İnsan, ancak tarih bilinciyle yalnızca geçmişin taşıyıcısı değil bugünden yola çıkarak geleceğin yaratıcısı/biçimlendiricisi olduğunu da kavrayabilir.”

“Bir yenilenme ve yeniden aydınlanma dönemi başlatılmalı. Cumhuriyetin kazanımlarını güçlendirerek daha ileri adımlar atılmalı. Aydınlanma eksik kalmış, kesintiye uğratılmıştır. Bu noktada kritik kavramların başında laiklik gelir. Seküler/dünyevi bakışın eksikliği, tarih bilincinden yoksunluğun da göstergesidir.”

Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Günay ile tarih felsefesi ve tarih bilinci bağlamında cumhuriyetimizi ve günümüzü konuştuk.

Tarih felsefesi ve tarih bilinci konusunda da çalışmalarınız var. Niçin tarih, tarihin anlamı ve geleceği vb. sorular, kavramlar üzerine düşünme gereği duyuyoruz? İnsanın tarihsellik bir varlık olması ne demektir?

Tarih üzerine düşünmek, insan üzerine düşünmek demektir. Çünkü tarihte insanı, onun başarı ya da başarısızlıklarını, yükselişlerini ya da düşüşlerini görürüz. Tarihi yapan, oluşturan insan ve eylemleridir. İnsan her zaman tarihsel bir ortam ve yaşama dünyasında yer aldığı için, bu ortam içinde oluşturduğu kavramlarla düşünür ve kendini (yani ürettiği tarihi) anlamaya çalışır. Başka bir deyişle insan, “kendi ürünü olan bir tarihselliğin, bir toplumsal durumun belirleniminde” yaşar, “fakat kendi ürünü olan bu belirlenimin kabuklarını da kırmaya hep açık”tır. Tarihi sürekli bir değişim alanı kılan temel yön de buradadır. Çünkü insan her zaman kendi yaratıcı etkinlikleriyle mevcut olan duruma (geleneğe) bir şeyler eklemekte ve böylece mevcudu değiştirmeye devam eder. Aynı durum, gerçekleştirdiği tarihi anlamaya-bilmeye yönelen insan için de geçerlidir.

İnsanın tarihe olan ilgisi ve düşünmesi varoluşsal bir temele dayanır. Gerek tek tek bireyler gerekse toplumlar “geçmiş-şimdi-gelecek bağlamı”nda varoldukları için, ister istemez tarihle bağlantı içindedirler. İçinde yaşadığımız bugün geçmişi içinde taşır ve aynı zamanda geleceğin tohumlarını da içerir. Gerçekten de, şimdiki zamanın hep geçmiş ya da gelecekle bağıntılı olarak yaşanılması, insani varoluşun tarihselliğine işaret eder. Tarihselliğe dayanan insani varoluşu, bu temeli göz ardı ederek anlama olanağı bulmak mümkün değildir.

Tarihsel günler, tarihsel dönüm noktaları vb. kavramlar ne ifade eder? 19 Mayıs gibi tarihsel anlam taşıyan bir günü yaşadığımızı da düşünürsek, Bu bağlamda özellikle ulusal kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş ve gelişme sürecini tarih bilinciyle düşünme ve değerlendirme konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

Bazı tarihler, kişilerin ve ulusların tarihinde özel bir anlam taşır. Bu nedenle kimi tarihler her zaman anılır ve yeniden yorumlanıp değerlendirilir. 19 Mayıs 1919, tarihimizde bir dönüm noktasıdır. Bu ve benzer tarihlerin taşıdığı anlam ve tarihin gidişatındaki yeri, aradan zaman geçince daha iyi anlaşılır. Özellikle aradan yüz yıldan uzun bir zaman geçmişse ve bugün içinde bulunduğumuz tarihsel koşullar ve etkenler nedeniyle, bu tarihin anlamını ve bugün için ne ifade ettiğini yeniden düşünmek ve değerlendirmek gerekir. Bireyin ve toplumun/ulusun tarihi, insanın tarihsel düşünmesini, tarih bilincine dayanmasını gerekli kılar. 19 Mayıs 1919, bağımsızlık ve özgürlük yıldızının, zamanın karanlık göğünde parladığı bir tarihtir. Bu anlamlı tarihi yeniden hatırlarken Atatürk’ün gençliğe seslenişini de yeniden okumak gerekir. 19 Mayıs’ın felsefi anlamı, hem tarih bilincine hem de çağdaş bir toplum ve devlet yaratma idealine dayanır.

Atatürk, Nutuk’ta önce bağımsızlık mücadelesine giriştiği dönemin tarihsel bir görünümünü/değerlendirmesini ortaya koyar. Bu noktada onun yaşadığı tarihsel koşullara/ortama nasıl bir bütüncül ve eleştirel açıdan yaklaştığını görebiliriz. Tarihi yaparken, onun içinde yaşarken öngörülerde bulunabilmek, temel amaçlar ve yönler belirlemek, bunlarla birlikte toplumsal/ulusal birliği sağlamak ve harekete/eyleme geçebilmek hem bir düşünür hem de eylemci olmayı gerektirir. Bu, kolayca başarılabilecek bir şey değildir. Tarihsel süreci kavrama tarzı eyleme tarzıyla bağıntılıdır. Bu bağlamda Atatürk, çökmek üzere olan Osmanlı’nın yerine yeni bir ulus devlet inşa etmenin bir gereklilik olduğunun bilinciyle seçimini yapmıştır. Onun seçimi aynı zamanda bir halkın seçimi olmuş ve sonuçta bağımsız/özgür yaşama olanağının gerçekleşmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak o dönemde ağır basan başka seçeneklerin dışlanmasında yine Atatürk’ün kararlı tutumunun büyük rol oynadığını akıldan çıkarmamak gerekir. Ne İngiliz ne de Amerikan sömürgesi olmayı kesinlikle reddeden Atatürk, geçmişi doğru değerlendirip çözümleyerek Anadolu’nun geleceğini de belirlemiş ve bir halkın tarihinde dönüm noktası oluşturan nice devrimlerin yolunu Samsun’da attığı adımlarla başlatmıştır.

Atatürk, tarihin seyrini değiştiren düşünce ve eylemleriyle, kurtuluşu bağımsızlıkta aramış ve gerçekleştirmiştir. Bağımsızlığın o günün koşulları bağlamında mümkün olmadığını düşünenler hiç de az değildir. Bağımsızlık yerine güçlü bir devletin hegemonyası altına girmenin bir varlık nedeni olarak görülmesine karşı Atatürk ve çevresi, “ya bağımsızlık ya ölüm” parolasıyla pusulayı ve yürünecek yolu seçmişlerdir. 1950’lerden itibaren adım adım bağımsızlığını kaybeden ülkemizin durumu ve giderek her alanda devleşen sorunlar tarihsel bir bilinçle yeniden tartışılmayı ve çözüm arayışına girişmeyi gerektirmektedir.

Son zamanlarda akıl ve aydınlanma kavramlarının ve aydınlanma felsefesinin çeşitli nedenlerle gündeme geldiği görülmektedir. Akıl ve aydınlanma arasında, Türk modernleşme süreciyle Aydınlanma düşüncesi arasında düşünürlerimizin kurduğu ilişkilerle birlikte, günümüzde aydınlanma ve aydınlanmacılığa yönelik ihtiyaç, beklenti ve eleştirilerin göz önünde tutularak tarihsel bir açıdan değerlendirilmesi gerekli görünmektedir. Tarihsel olana ancak tarih bilinciyle bakılabilir. Cumhuriyetin kuruluş ve gelişme sürecinin ve devrimlerin tarihsel bir bakışla ele alınması yerinde olur. Cumhuriyet hem bir miras hem de bir gelecektir.

Türk felsefesinde tarih felsefesi ve tarih bilinci konusunda yapılan başlıca çalışmalar nelerdir? Tarihsel düşünmenin felsefe ile ilişkisini, anlamı ve işlevini açıklar mısınız?

Bir ulus/topluluk olarak zengin bir tarihsel mirasa sahip olduğumuz söyleyebiliriz. En azından 2000 yıllık tarihimize baktığımızda, çok önemli olaylar, oluşumlar ve sosyal dönüşümlerle karşılaştığımız açıktır. Ancak ne yazık ki yaşanan tarih bakımından söz konusu zenginlik ve yoğunluk, felsefi ve bilimsel çalışmalar bakımından söz konusu değildir. Çünkü tarihi yapmak, tarihin gidişatında belirleyici bir özne konumunda bulunmak, tarihi anlamak/tarihsel düşünmek anlamına gelmez. Ancak burada unutulmaması gereken bir husus da şudur: tarihle ilişkimiz öncelikle kuramsal değil, pratik bir ilişkidir. Tarihsel yaşantılara bağlı olarak düşünsel ve kuramsal eğilimler ve yönelimler de şekillenir. Tarihsel değişimlerin hızlandığı ve yoğunluk kazandığı dönemlerde tarihe yönelik düşünme çabalarının da yoğunlaşması ve belli bir tarih bilincinin ortaya çıkması söz konusudur. Bu bağlamda özellikle son 150-200 yıllık tarih süreci içinde meydana gelen köklü değişmeler, ülke ve dünya koşullarındaki önemli olaylar, bizde de yazar, aydın ve düşünürlerimizin dikkatini, düşünme gündemini tarihe yöneltmiştir. Bu nedenle cumhuriyet dönemindeki modernleşme deneyimine bağlı olarak ortaya çıkan tarih bilincini temellendirmeye çalışan ve kendi felsefi eğilimleri doğrultusunda belli bir tarih felsefesi ya da tarihe felsefi bir yaklaşım ortaya koymaya çalışan birçok düşünürümüz vardır.

Atatürk devrimlerinin felsefi boyutlarını tarih bilinci açısından ele alan ilk felsefecilerimizden biri Macit Gökberk’tir. Ülkemizin sorunlarıyla ilişkili düşünceler üreten düşünürler arasında Betül Çotuksöken, Uluğ Nutku ve Afşar Timuçin’i anmak yerinde olur. Ayrıca Takiyettin Mengüşoğlu, Nermi Uygur, Doğan Özlem, Hilmi Ziya Ülken de tarih kavramına yönelik düşünceleri bakımından anımsanması gereken düşünürlerimizdir.

Cumhuriyet modernleşmesi, çağdaşlaşması geleceğe yönelik bir süreç olmakla birlikte, kendisinden yola çıktığı geçmiş ve gelenekten de kopuk değildir. Tarihsel süreç içinde ortaya çıkan modernleşme, Doğu ve Batı arasında yaşanan gerilimin ve arayışların ortaya çıkardığı kültür sorunlarının belli bir “tarih bilinci” temelinde düşünülmesini gerekli kılar. Bu bağlamda geçmiş, gelenek, tarihsellik, tarih bilinci vb. kavramlar büyük önem taşır. Tarihsel düşünmenin felsefeyle bağını da bu kavramlarla kurabiliriz. Cumhuriyet döneminde yeni bir toplum ve kültür oluşturma, kısacası modernleşme sürecinde tarih kavramının yeri, anlamı ve söz konusu sürece yönelik etkisi felsefecilerimizin ilgisini çeken bir konu/sorun olagelmiştir. Bu bağlamda geçmiş, gelenek, tarihsellik, tarih bilinci vb. kavramlar, tarih felsefesi bağlamındaki çalışmalarda ele alınan temel kavramlar durumundadır.

Tarih bilinci ve tarihi anlama çabası yalnızca felsefe için mi söz konusudur? Sanatta, edebiyatta ya da özelde şiirde tarih bilinci ve düşüncesi yer almaz mı? Birkaç örnek vererek açıklar mısınız?

Elbette tarih bilinci ve duygusunu edebiyatta ve özellikle şiirde bulmak mümkündür. Çok örnek verilebilir. Tevfik Fikret’in, Nazım Hikmet’in, Ahmed Arif’in, Hasan Hüseyin’in, Ahmet Oktay’ın ve daha pek çok şairimizin şiirlerinde tarih, tarihsellik vb. konular yoğun biçimde dile getirilmiştir. Özne Dergisinin bahar 2025 sayısı, “şiir ve felsefe” konusunu işleyen yazılarla yayınlanmak üzere. Ben de Hasan Hüseyin’in Ağlasun Ayşafağı adlı nehir şiirinden oluşan kitabını ele aldım. Tarih ve kültür bağlamında bir Anadolu şiiri… Uzun bir şiir… Nazım’ın “Davet” şiiri de tarih bilinci ve duygusu içeren bir şiirdir. Onun “Nerden gelip Nereye Gidiyoruz” şiiri de önemli. Özdemir İnce’nin birçok şiir kitabında insanın tarihsel boyutu şiirde dile getirilir. Elbette şiirde tarih bilinci ve duygusu ayrıca incelenmesi gereken önemli bir konudur. Felsefe gibi şiirin de tarihten ve tarih bilincinden beslenmesi söz konusudur.

Tarihsel düşünmenin insani değerler, sorumluluk ve özgürlük bakımından önemi nedir? Böyle bir düşünme uygarlığa, tarihe ve günümüz sorunlara yaklaşımımızı nasıl etkileyebilir? Sanırım bu noktada “nasıl bir tarih bilinci” sorusu da önemli.

Bir arayış ve geçiş dönemi yaşıyoruz. Tarihsel günlerdeyiz. Yaşadığımız zamana tarih bilincinin ışığında bakmak uygun olur. Bugünümüz geçmişle bağıntılı ve geleceğe yönelik… Yarınki Türkiye’nin daha özgür, daha mutlu, daha adaletli ve her anlamda çağdaş bir toplum olabilmesi için yapılabilecek çok şey vardır. Ancak bu noktada Atatürk’ün tarihin gidişatını kavrayışı temelinde ortaya koyduğu seçenek ve bu yöndeki çabalarının, aydınlanmacı bir tarih ve kültür bilinci temelinde değerlendirilmesi gerekir. Çeşitli nedenler ve etkenlerle bizi umutsuzluğa sürüklemek, edilginleştirmek isteyenlere karşı durmamız gerekir. Karşı duruşun en güzel ve anlamlı örneğini Atatürk’te görürüz. Onun karşı duruşuyla, bu ülke, bu halk emperyalizme karşı ilk bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesini vererek dünya halklarına da onurlu bir mirası/geleneği bırakmıştır. Günümüz dünyasının koşulları içinde de bağımsızlık kavramını gündemde tutmak vazgeçilmezdir.

Giderek bir devasa açık pazara dönüşen dünyada çok uluslu şirketlerin, bazı güçlü devletlerin, güç odaklarının politik dalgalanmaları içinde savrulmak istemiyorsak, ne Batılı ne de Doğulu ya da başka güçlerin/kutupların politik bağlamı içinde değil kendi bağımsızlık ilkemiz ve idealimiz doğrultusunda yürümeliyiz. Tarihin bir ulusu/toplumu nereden nereye götüreceği, insanların ve toplumların yaptıklarına bağlıdır. Tarihi yapanın biz olduğumuzu hiçbir zaman unutmayalım, elbette yine tarihsel koşullar içinde.

Uzun bir süredir Cumhuriyeti savunma ve koruma düşüncesi ve çabaları, onu geliştirme daha ileriye taşıma, götürebilme çabasının önüne geçmiş görünmektedir. Elbette Cumhuriyetin temel ilke ve değerlerinin korunması gereği yadsınamaz. Ancak bu bağlamda geleceğe yönelik ideal, erek ve beklentileri geri planda bırakmak tarihin gidişatına uygun bir tavır değildir. Bir yenilenme ve yeniden aydınlanma dönemi başlatılmalı. Cumhuriyetin kazanımlarını güçlendirerek daha ileri adımlar atılmalı. Aydınlanma eksik kalmış, kesintiye uğratılmıştır. Bu noktada kritik kavramların başında laiklik gelir. Seküler/dünyevi bakışın eksikliği, tarih bilincinden yoksunluğun da göstergesidir.

Laiklik bugüne kadar olduğu şekliyle yalnızca politik bir içerikle sınırlı olarak değil, Cumhuriyetin yaşama kültürünün belirleyici bir ilkesi olarak yurttaş ve insan olmanın temeli olarak anlaşılmalıdır. Laiklik aydınlanmanın ve Cumhuriyetin kurucu bir unsuru olmakla birlikte eşitlik, özgürlük, adalet, bağımsızlık gibi diğer ilke ve değerlerle birlikte düşünülmelidir. Yaşadığımız çağda ve toplumda bir aydınlanma gerçekleşecekse, bunu da insanlar yapacaksa ya da insanlar birlikte bu mücadeleyi sürdürecekse, o zaman insanımızı tanımak, eleştirmek ve değişmesine katkıda bulunmak da gereklidir. Atatürk’e yönelik saldırıların ve karalama çabalarının aslında ülkenin geleceğine ve aydınlanmaya yönelik olduğunu vurgulamak yerinde olur. Aydınlanma yolunda umut, ideal ve gelecek arayışları açısından da tarih bilincinin anlamı ve gerekliliği söz konusudur.

Tarih bilincinin ışığı, yaşadığımız zamanın karanlıkları, sisleri/pusları arasında yol göstericidir. İnsan, ancak tarih bilinciyle yalnızca geçmişin taşıyıcısı değil bugünden yola çıkarak geleceğin yaratıcısı/biçimlendiricisi olduğunu da kavrayabilir.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…

reklam

YORUM YAP