reklam
reklam
DOLAR38,6500% 0
EURO43,7704% 0.1
STERLIN51,4831% 0.07
FRANG46,6914% -0.51
ALTIN4.153,07% -0,71
BITCOIN99.639,362.811
reklam

Aşk: Onda bende (esir) olmak…

Yayınlanma Tarihi : Google News
Aşk: Onda bende (esir) olmak…
reklam

Şiirlere, şarkılara ve romanlara dokunan aşk, yaşamın her alanında bazı anlara karşı duyulan büyülü bir hissiyat olarak ortaya çıkar. Bazen bir bakışta filizlenir, bazen de zamanın içerisinde yavaş yavaş olgunlaşır.

Şairler, aşkı yeryüzündeki en büyük yangın olarak tanımlarken, filozoflar onu insan ruhunun en karmaşık hali olarak nitelendirir. Yürek aklın sınırlarını aştığında, işte o an aşk doğar.

Mevlana, aşkı “Can madeninde bulunan öyle bir kimya” olarak tanımlar. Aşk, varlığın temel ve en sır dolu sebebidir.

Aşk canânın eşiğini cânınla süpürmektir, canından vazgeçmektir.

Platon’a göre aşk, ruhun bir zamanlar tanıdığı güzellikleri hatırlamasıdır. İdeal olan ve görünmeyen mükemmel arzumuzun ifadesidir. Bu nedenle, maşukun yüzündeki her kıvrımda, bir sesin her titreşiminde, kendi ruhumuzun kayıp parçasını arıyoruz. Çünkü aşık olmak, bir eksikliği keşfetmektir.

Fuzûlî, aşkı “derd-i mesut” olarak nitelendirir. “Aşk derdi ile hoşum, el çek ilacımdan tabip,” der. Yaradan gelen dert bile şifadan daha değerlidir. Bu, aşkın sadece bir his değil, varlığın ta kendisi olmadığını gösterir. Zira yarası iyileşen âşık, amacını ve varoluş sebebini yitirir.

Fuzuli gibi aşkı anlamda değil de maddede arayan Schopenhauer, “Aşk, türün devamı için doğanın bireye oynadığı bir oyundur,” der. Onun için aşk, romantizmin ötesinde bir biyolojik zorunluluktur.

Nazım Hikmet, aşka hem devrimci bir inançla hem de derin bir hasretle yaklaşır:

“En güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır.

En güzel çocuk: henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız.”

Belki de aşk, henüz yaşanmamış olana duyulan bir inançtır. İşte bu nedenle her aşkta, insan yeniden bir umutla başlar.

Aşk, bekleyiştir; yan yana olmasak da Turgut Uyar’ın betimlemesiyle birlikte aynı gökyüzüne bakmak demektir.

Bir kelimeye, bir bakışa, bir susuşa, bir eksik kalan duyguya anlam yüklemektir.

Karacaoğlan’ın dizesinde olduğu gibi sahiplenme ve kıskançlık,

“Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı

Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı” haykırışındaki çaresiz beklentisizlik

Nedim’in dizesinde ise sevgiliyi her şeyden koruma içgüdüsü,

Cemal Süreya’nın kaleminden dökülen aşk ise bu kadar yıkıcı ve derindir ki, uğrunda her şeyini vermiş bir adamın “Daha nen olayım, onursuzunum işte” ifadesi, insan ruhunun en kırılgan yönünü gözler önüne serer. Aynı Süreya:

“Seni sevmenin binbir türlü hali var,

En güzeli, seni sevmenin sonsuzluğudur.”

diyerek aşkı, her anın içinde kaybolmayı ve her zaman yeniden doğmayı ifade eder.

Tanpınar ise:

“Aşk, öyle bir şeydir ki,

Zamanla yaşanır ama, hiçbir zaman kaybolmaz.”

Aşk, ne yalnızca bir duygu ne de sadece bir düşüncedir. O, duygunun düşünceyi sorguladığı ve düşüncenin duyguyu araştırdığı bir durumdur; ve nihayet “O’nda bende (Köle, esir) olma” halidir. Aklın hükmüyle başlar belki, ama kalbin hükmüyle yön bulur.

Aşk, tam bir teslimiyet ister; öyle bir teslimiyet ki insan kendi varlığından sıyrılıp onda fenaya ulaşmalıdır.

Aşk, hem yanmak hem de bu ateşin serin bir gölge hissi vermesidir.

Ve belki de asıl aşk, bir başkasının gözlerinde kendini yeniden bulmak değil, o gözlerde kaybolmayı göze almaktır.

Aşığın kendinden geçişi ve o olması, pervanenin ateşe yanma çırpınışları ile aşkın eziyeti, maşuğun nazı arasındaki gerilim…

Sonuç olarak, aşkı ne bir tanım ne de tek bir dize tamamen ifade edebilir. Aşk, evrenin yaratılış nedenidir. Hem günahların hem de sevapların sebebi olur.

Özetle, “Aşk imiş her ne var âlemde,

İlm bir kıyl ü kâl imiş.”

Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…

reklam

YORUM YAP