reklam
reklam
DOLAR39,7868% -0.29
EURO46,7026% -0.42
STERLIN54,6035% -0.32
FRANG49,9458% -0.03
ALTIN4.194,68% -0,14
BITCOIN107.662,65-0.737
reklam

Bertolt Brecht’in yaşamı ve tiyatro anlayışı (I. Bölüm)

Yayınlanma Tarihi : Google News
Bertolt Brecht’in yaşamı ve tiyatro anlayışı (I. Bölüm)
reklam

Yaz aylarının gelmesiyle birlikte tiyatro etkinlikleri kapalı mekanlardan açık havaya ve festivallere taşınıyor. Sezon boyunca izleme fırsatı bulamadığınız oyunları tamamlama şansınız devam ederken, bu köşedeki önerilerle radarlardaki oyunları kaçırmamanız gerektiğini hatırlatmak isterim. Bu hafta yeni bir oyun incelemesi yerine, bayram öncesi sizlere epik tiyatronun kurucusu Bertolt Brecht’in yaşam öyküsünü paylaşacağım. Eğer konuyu fazla uzatırsam, onun tiyatro teorisine bir başka haftada değinebiliriz.

Hatırlarsanız, Brecht, politik tiyatro anlayışının öncüsü Erwin Piscator’un öğrencisiydi. Yazar, yönetmen ve kuramcı karakteriyle Brecht, 20. yüzyıl tiyatrosunun en önemli figürlerinden birisi haline gelmiştir. Aristoteles’in kurallarına uymayarak tiyatro alışkanlıklarını sorgulamış ve siyasal, maddeci bir anlayışla öne çıkmıştır. Bu tür bir cümle sizi rahatsız etmesin. Aristoteles’e göre sanat taklit üzerine kuruludur ve onun en önemli biçimi tragedya olarak görülmektedir. Ancak Brecht, bu anlayış ile ters düşmüştür. 1898 yılında Almanya’da dünyaya gelen Brecht, 1917’de Münih’e tıp eğitimi almak üzere gider fakat Birinci Dünya Savaşı nedeniyle askere alınır ve Augsburg’daki askeri hastanede sağlık görevlisi olarak görev yapar. Savaşın yıkıcılığına tanık olması, onun yaşamı boyunca savunduğu savaş karşıtlığı ilkesinin temelini oluşturur.

Bertolt Brecht

Brecht, “bilim çağının tiyatrosu” olarak tanımladığı epik diyalektik tiyatronun yaratıcısıdır. Epik tiyatro insan ilişkilerinin neden-sonuç ilişkileri üzerinde durur ve gerçeklerin sorgulamasını, farklı perspektiflerle düşünülmesini savunur. Aynı zamanda dramatik tiyatroda seyircinin gördüklerini onaylaması yerine, onlara zıt düşünceler sunarak farklı bir deneyim yaşatmayı hedefler. Seyircinin sahneyi mistik bir alan olarak görme algısını nasıl değiştirdiğinden bahsedeceğim bir sonraki haftada.

Brecht, 1918 yılında ilk oyunu “Baal”ı yazar. Tiyatro eleştirileri kaleme alır. Savaşın sonlanmasına rağmen tıp eğitimini tamamlayamaz. Anton Pavloviç Çehov gibi büyük bir tiyatrocuya duyduğum saygı ve sevgiden dolayı belki de bu mesleki bağ, içimde bir yakınlık oluşturuyor. 1922’de “Gece Yarısı Trampet Sesleri” adlı oyununu kaleme alır ve bu oyunu sahneye koyar. Bu oyun, ona ilk ödülünü kazandırır. Alman Komünist Partisi üyesi olan Piscator’dan farklı olarak, Brecht siyasal bir partiye mensup olmasa da işine olan politik yaklaşımıyla dikkat çeker.

Brecht’in tanınmasını sağlayan eser, 1928 yılında yazdığı “Üç Kuruşluk Opera”dır. Kurt Weill tarafından bestelenen bu müzikalin başarısında müziklerin de büyük bir payı vardır. Brecht, bu eserin yönetmenliğini de üstlenmiş ve Almanya’nın ünlü Schiffbauerdamm Tiyatrosu’nun açılış oyunu olarak sahneye konulmuştur. Eserde toplumsal eleştirileri canlı, hareketli ve eğlenceli bir biçimde sunan Brecht, burjuva sınıfının çatışmalarını derinlemesine ele alırken, doğrudan ifade yerine toplumun farklı katmanlarındaki ilişkileri asosyal gruplar vasıtasıyla gösterir.

Brecht, 1929’daki Büyük Buhran’ın getirdiği ekonomik ve toplumsal sorunları Marksizm üzerinden çözmenin mümkün olduğuna inanarak öğretici oyunlar üretir. Yaratıcı üslubu ve akılcı yaklaşımıyla soyut bir anlatım diline yönelir. 1933 yılında Almanya’da meydana gelen Parlamento yangınının ardından, Hitler’in diğer partileri kapatması ve faşizm uygulamalarına geçiş yapmasıyla Brecht ülkesini terketmek zorunda kalır. Faşizme karşı olan duruşu benzer temalar taşır. Daha sonra, hayatı farklı ülkelerde geçer ve Almanya’yı terk ettikten sonra İsviçre, Danimarka ve Moskova’da kalır. Amerika, Almanya’ya geri dönüş yapmadan önceki son durağı olmuştur. 1947’de McCarthy soruşturmalarında, Arthur Miller ve birçok sanatçının sorgulanması döneminde Komünist Parti ile olan ilişkisi hakkında sorgulanır. Dikkatli okurlarım, bu dönemle ilgili olarak Miller’i “Cadı Kazanı” adlı oyunundan hatırlayacaklardır.

Brecht, yazılarında ve oyunlarında kullandığı karşıtlıklarla, izleyicilerde yabancılaşma etkisini ustalıkla yaratmayı başarır. Oyunlarında, dönemin politik zorluklarını yansıtır. Hitler rejimini cesurca eleştiren politik eserleri arasında “Tak-Tik”, “Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti” ve “Arturo Ui’nin Engellenebilir Yükselişi” bulunmaktadır. 1938 yılında “Cesaret Ana ve Çocukları” adında bir oyun yazar, savaşın yalnızca büyük sermayelerin kazananı olduğuna dair farklı bir bakış açısıyla ele alır. Ayrıca aynı yıl Danimarka’da yazdığı “Galileo Galilei” adlı oyunda ise, bilim insanına yönelik baskı ve direniş temasını işler. Bu oyunun ikinci versiyonu, Hiroşima’ya atom bombası atıldıktan sonra yazılmıştır ve burada vurgulanmak istenen, bilimin övülmesi değil, bilim insanının topluma karşı duyduğu sorumluluk üzerine bir tartışmadır.

<p"Brecht, "Sezuan’ın İyi İnsanı" adlı eserinde, düzen içinde yaşamaya çalışırken iyi ve onurlu bir birey olmanın zorluğunu gündeme getirir. Oyunun finalini tamamlamadan izleyiciye sorular yöneltebilmek adına boşluklar bırakmaya özen gösterir. 1943 yılında kaleme aldığı "Şvayk Hitler’e Karşı" adlı oyunu ise bir direniş hikâyesidir.

Brecht’in kuramına göre, “Kafkas Tebeşir Dairesi” önemli bir yere sahiptir. Amerika yıllarında yazdığı bu oyunda, bir mülkün sahibi ile onu işleyen kişinin hakları konusunu sorgular. Mülkiyet hakkını, annelik olgusu üzerinden tartışarak; “Bir çocuk, doğuranın mı, yoksa ona bakanın mı?” sorusunu sormaktadır.

Brecht, sürgün yıllarını oldukça verimli geçirir ve yeni tiyatro teorileri üzerine çalışmalarını sürdürür. Marksizmi benimseyerek, bu ideoloji üzerinden tiyatrosunun temelini inşa eder. Batı tiyatrosunun anlatım biçimlerini sorgularken, epik diyalektik tiyatro konseptiyle proletaryanın bilinçlenmesini ve sahnede gördüklerini sorgulayabilmesini sağlamak amacı güder. Marx’ın sözlerini büyük bir önemle ele alır ve yaşamdaki değişimlerin sanatı da etkileyen bir gerçeği göz ardı edemeyeceğini dile getirir.

Sanat, ideolojik bir silah olarak burjuva tarafından yoğun bir şekilde kullanılmasına karşın, bunun proletarya lehine dönüştürülmesi bir devrimle mümkün olabilecektir. Brecht, bu doğrultuda “işçi tiyatrosu” vasıtasıyla toplumsal sınıf tartışmalarında bilinçli kitleler oluşturmak adına çalışmalara imza atmıştır.

Bu haftalık yazımı burada noktalandırıyorum. Halk TV’nin internet gazetesi aracılığıyla siz değerli okuyucularımızla buluşmaktan mutluluk duydum. Umarım gelecek hafta kaldığımız yerden devam edebiliriz. Basın özgürlüğü, hakların ve halkların özgürlüğünün koruyucusudur. İyi hafta sonları.

reklam

YORUM YAP