reklam
reklam
DOLAR39,3024% 0.03
EURO44,9251% -0.11
STERLIN53,3627% -0.14
FRANG47,8597% -0.19
ALTIN4.252,33% 0,37
BITCOIN103.082,71-1.425
reklam

DEM Parti’den 10. Yargı Paketi’ne muhalefet şerhi: Mevcut sorunları daha da derinleştiriyor

Yayınlanma Tarihi : Google News
DEM Parti’den 10. Yargı Paketi’ne muhalefet şerhi: Mevcut sorunları daha da derinleştiriyor
reklam

DEM Parti, 10’uncu Yargı Paketi’nde yer alan düzenlemelere yönelik açıklamasında, “Yargı reformu adı altında çıkarılan yasaların çoğu, adalet sistemini daha öngörülebilir ve kapsayıcı hale getirmekten ziyade mevcut sorunları derinleştiriyor” ifadelerini kullandı.

DEM Parti’nin yazılı olarak paylaştığı muhalefet şerhiyle ilgili açıklaması şöyle:

‘HUKUK DEVLETİ İLKESİ AŞINDI’

Demokratik hukuk devletlerinin temel unsurlarından biri, hukuk kurallarının öngörülebilir, adil ve evrensel değerlere uygun bir şekilde uygulanmasıdır. Bu durum, ancak bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi ile mümkündür. Türkiye’de son yıllarda bu ilkelere dair ciddi zayıflamalar yaşanmakta ve hukuk devleti ilkesinin uygulamadaki durumu giderek aşındığı yönünde gözlemler artmaktadır. Yargı organlarının, siyasi süreçlerden ve yürütme organının etkisinden bağımsız karar alamaması, hukuk güvenliği ilkesini zedelemekte ve toplumsal adalet duygusunu ciddi biçimde sarsmaktadır.

‘HUKUKUN YALNIZCA BELLİ BİR KESİM İŞLETİLİYOR GİBİ GÖRÜNMESİ EŞİTLİĞE AYKIRI’

Yargı reformu adı altında çıkarılan yasal düzenlemelerin önemli bir kısmının, adalet sistemini daha öngörülebilir ve kapsayıcı hale getirmek yerine mevcut sorunları daha da derinleştiriyor. Özellikle ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı ve demokratik siyasetin sınırlarını daraltan düzenlemeler, bireylerin temel hak ve özgürlüklerine yönelik kaygıları artırmaktadır. Hukukun yalnızca belli bir kesim için işletilen bir aygıt gibi görünmesi, eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır.

GEZİ VE KOBANİ DAVALARI, KAYYUM UYARISI

Bu bağlamda Kobani Davası ve Gezi davaları, yargı bağımsızlığına dair tartışmaları yoğunlaştıran ve adil yargılanma ilkesine ilişkin soru işaretlerini artıran örneklerdir. Son yıllarda yaygınlaşan kayyım atamaları da demokratik sistemin işleyişine zarar vermektedir. Seçimle göreve gelmiş olan belediye başkanlarının yargı süreci tamamlanmadan görevden alınması ve yerlerine merkezi idare tarafından atama yapılması, halkın iradesinin askıya alınması anlamına geliyor.

DEMİRTAŞ, YÜKSEKDAĞ, ATALAY KARARLARINA VURGU

Yargının, bazı siyasi davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamaktan kaçınması, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle çelişen bir durum ortaya koyuyor. AİHM’in Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hakkında verdiği ihlal kararlarının ve yine AYM’nin Can Atalay ile ilgili verdiği kararların uygulanmaması, iç hukuk ile uluslararası yükümlülükler arasında ciddi bir uyumsuzluk yaratmaktadır.

‘ADİL, KAPSAYICI, KATILIMCI BİR HUKUK DÜZENİNİN İNŞASI…’

Yargının bağımsızlığı, hukuk devleti ilkesi ve temel hakların güvence altına alınması hem siyasi bir tercih, hem de toplumsal barışın ve ortak geleceğin temel dayanaklarıdır. Bu nedenle, daha adil, katılımcı ve kapsayıcı bir hukuk düzeninin yeniden inşası, ülkenin demokratik geleceği açısından hayati önem taşımaktadır.

SİYASİ TUTUKLULAR

Siyasi mahpusların tahliyesi, demokratik toplum ve barış sürecinin gelişmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu durum, sadece bir ifade olmanın ötesinde gerçek bir durumdur. Siyasi mahpuslar, demokrasinin hayata geçirilmesi ve toplumsal barış stratejisinin uygulanmasına dair önemli bir rol üstlenmektedirler. Ancak ulus-devlet yapılarının topluma olan doğrudan etkisi oldukça sınırlıdır. Bu nedenle, toplumun demokratik inşasında, devletin rolü sınırlıdır.

‘BAKAN’IN HASTA MAHPUSLARLA İLGİLİ SÖZLERİ BEKLENTİ YARATTI’

29 Mayıs 2025’te AKP milletvekillerinin imzasıyla Meclis’e sunulan 10. Yargı Paketi henüz meclis gündemine gelmeden halkta büyük umutlar oluşturmuştu. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Ceza adaletini daha etkin sağlamak, infaz eşitliği için düzenlemeler yapmak, hasta mahpuslarla ilgili olumlu gelişmeleri yasaya dahil etmek istiyoruz.” gibi açıklamaları bu beklentinin önemli bir nedeniydi.

’10. YARGI PAKETİ BEKLENTİYİ KARŞILAYAMADI’

Türkiye’de her infaz düzenlemesi kamuoyunda yoğun ilgiyle karşılanmakta; mahpuslar, aileleri ve toplumun geniş kesimleri bu yasal değişiklikleri adaletin yeniden tesis edilmesi için bir fırsat olarak görmektedir. Ancak 10. Yargı Paketi, ceza infaz sistemi üzerinde etkili olmayı vaat etmesine rağmen büyük ölçüde bu beklentileri karşılayamamıştır.

‘HUKUK DEVLETİ VE EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI’

COVID-19 salgını döneminde getirilen geçici infaz düzenlemeleri uygunluğuna karşın, 31 Temmuz 2023 tarihinden önce cezası kesinleşmeyen mahpuslar, aynı suçu işlemiş olsalar dahi bu düzenlemeden yararlanamamıştır. Bu durum, hem hukuk devleti ilkesine hem de eşitlik ilkesine açık bir aykırıdır.

Anayasa’nın 10. maddesi uyarınca, hukuk önünde eşitlik temel bir ilkedir. Yargılamanın tamamlanma zamanına göre yapılan ayrım, nesnel ve makul bir neden taşımamakta ve benzer durumlarda keyfi farklılık yaratmaktadır. Örneğin, aynı davada yargılanan biri cezası erken kesinleştiği için tahliye edilirken, diğerinin davasının uzun sürmesi eşitlik ilkesini ihlal etmektedir.

TERÖRLE MÜCADELE KANUNU’NDA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ

Teklifin 19. maddesiyle İnfaz Kanunu’nun 108. maddesinde yapılacak değişiklik, ikinci defa tekerrür halinde koşullu salıverme yasağının kaldırılmasını öngörüyor. Ancak bu düzenleme sadece adli mahpusları kapsıyor, Terörle Mücadele Kanunu’ndaki koşullu salıverme yasaklarıyla ilgili düzenleme ise devam etmektedir.

Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin 3. fıkrasındaki, “Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar, hükmünün kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverme imkânından yararlanamazlar.” ifadesinin kaldırılmaması, ikili bir hukuk işleyişini ortaya koyarak siyasi mahpusları infaz adaletinin dışına itmektedir.

‘SİYASİ OLAN HASTA VE YAŞLI MAHPUSLAR AYRIMCILIĞA UĞRUYOR’

Teklifin 20. maddesi ile İnfaz Kanunu’nun 110. maddesindeki özel infaz usullerinin uygulama alanı genişletilmiş fakat yine Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar dışında bırakılmıştır. Bu durum, insan haklarına ve vicdana açıkça aykırıdır.

Yaşlı mahpuslar için konutta infazın alanının genişletilmesi adalet ve insan haklarına uygun bir değişikliktir. Ancak siyasi mahpusların dışlanması, hukuki ve ahlaki açıdan kabul edilemez. Bu düzenleme, insan onurunu gözetmeyen bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.

515 GÜNDE BİN 26 ÖLÜM

Cezaevlerinde hasta ve yaşlı mahpusların yeterli tedavi alamaması, yaşam hakkını tehdit eden bir durum yaratmaktadır. Son yıllarda artan cezaevi ölümleri, özellikle siyasi mahpusların durumu dikkat çekmektedir. Şırnak milletvekili Newroz Uysal Aslan’ın Adalet Bakanlığı’na sunduğu soru önergesine göre, 515 günde 1.026 mahpus yaşamını yitirmiştir.

‘HİÇBİR VİCDAN 80 YAŞINI GEÇMİŞ BİR İNSANIN CEZAEVİNDE TUTULMASINI HAKLI BULMAZ’

Bir cezanın vicdaniliği, onu veren toplumun ahlaki değerleri ile doğrudan ilişkilidir. Hiçbir vicdan, 80 yaşını geçmiş bir insanın, yalnızca siyasi kimliği nedeniyle cezaevinde tutulmasını haklı gösteremez. Devletin amacı, insan onurunu koruma yükümlülüğüdür.

AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET İTİRAZI

Teklifin 20. maddesi, ağır hastalık veya engellilik durumunda ceza infaz kurumu koşullarında yaşamını sürdüremeyeceği tespit edilenler için 5 yıllık ceza üst sınırını kaldırmış ancak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından muaf tutulmuştur. Bu durum, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanların, sağlık durumu ne olursa olsun cezaevinde kalmasına neden olmaktadır.

‘AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBETİN TAMAMEN KALDIRILACAĞI YERDE…’

Cezaevinde kalamayacak kadar hasta mahpusların tahliye edilmemesi, yaşam hakkının ihlali anlamına gelir. Anayasa ve uluslararası sözleşmeler doğrultusunda hiçbir birey ölünmeye terk edilerek ceza infazına tabi tutulamaz. Mahpusların bir gün tahliye olma umudu, devletlerin uzun süreli hapis cezalarını gözden geçirmesiyle sağlanmalıdır.

‘ÇOCUK ADALETİNDE GERİYE DÜŞÜŞ’

Teklifin 16., 17. ve 18. maddeleri, çocuk kapalı ceza infaz kurumlarına, çocuk eğitimevlerine ve denetimli serbestlik düzenlemelerine değişiklikler önermektedir. Hükümlü çocukların koşullu salıverme tarihine kadar ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken süre, ‘beş günden az olmamak kaydıyla’ düzenlenmiştir.

‘CEZAEVİ HAK İHLALLERİNİ DERİNLEŞTİRMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL’

Mevcut düzenleme, hükümlü çocukların, kapalı cezaevlerinde tutulmasını esas alması nedeniyle çocuk hakları açısından ciddi bir problem oluşturmaktadır. Çocuk hükümlülerin çocuk eğitimevlerine geçişi ise ‘iyi hal’ raporuna bağlı hale getirilmiştir, bu durum mevcut hak ihlallerini daha da derinleştirecektir.

‘DEMOKRATİK HAKLARA MÜDAHALE’

Getirilen bu düzenleme, anayasa tarafından güvence altına alınmış olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını fiilen kısıtlama riskini taşımaktadır. Barışçıl protestoların doğal sonucunun, iletişim sorunlarına yol açabileceği kabul edilemez.

‘KEYFİ UYGULAMALARA ZEMİN OLUŞTURUYOR’

Yasa teklifi geniş ve soyut ifadelerle kaleme alındığı için keyfi uygulamalara olanak tanımakta, güvenlikçi yaklaşımı meşrulaştırmakta ve vatandaşların demokratik taleplerine baskı yapma potansiyeli taşımaktadır. Barışçıl eylemleri kriminalize etmesi toplumsal barış ve adalet duygusunu zedeleyecektir.

SONUÇ: EŞİTSİZ UYGULAMALARI DERİNLEŞTİREN BİR YAKLAŞIM

Metnin sonuç kısmında şu ifadeler yer aldı:

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklif, hukuk devleti, infazda eşitlik ve toplumsal barış açısından birçok eksiklik barındırmaktadır. Bu teklif, mevcut ayrımcı ve eşitsiz uygulamaları derinleştiren bir yaklaşım sergilemektedir. Siyasi mahpuslara yönelik muafiyet ve dışlayıcı yaklaşımlar, eşitlik ilkesine ters düşmektedir. Bu bağlamda, toplumun ihtiyaçlarıyla uyumlu bir hukuk anlayışının benimsenmesi gerekmektedir.

reklam

YORUM YAP