reklam
reklam
DOLAR39,1011% 0.04
EURO44,4609% 0.52
STERLIN53,0381% 0.6
FRANG47,6494% 1.01
ALTIN4.204,13% 1,96
BITCOIN108.979,04-0.458
reklam

Politik Tiyatro: Zamanın İzinde Bir Yolculuk

Yayınlanma Tarihi : Google News
Politik Tiyatro: Zamanın İzinde Bir Yolculuk
reklam

Bu hafta, politik tiyatronun derinliklerine inmeye ne dersiniz? Sizi 20. yüzyılın başlarından günümüze uzanan keyifli bir keşfe çıkaracağım. Tiyatro, doğası gereği salt eğlencelik bir gösterim olmanın ötesinde, her daim politik bir eylem olmuştur. Politika ile sanatın kesiştiği bu noktada, aslında 20. yüzyıl kavramı olarak ortaya çıkan politik tiyatro, her daim kitlelerle direkt etkileşimde bulunarak varlığını sürdürmüştür. Brezilyalı yazar Augusto Boal, Ezilenlerin Tiyatrosu adlı eserinde bu durumun altını çizer: “İnsanın bütün faaliyetleri politiktir ve tiyatro da bu faaliyetlerden biridir. Tiyatroyu politikadan ayırmaya çalışanlar bizi yanıltmaya çalışmaktadırlar – ve bu politik bir tutumdur.”

Politik tiyatro kavramı ilk olarak Almanya’da ortaya çıkmıştır. Bu durum, dünya genelindeki gelişmeler düşünüldüğünde pek de şaşırtıcı değildir. 20. yüzyıl, iki büyük dünya savaşına tanıklık etmiş ve bilim, sanat, edebiyat gibi alanlarda özgün akımların doğduğu bir çağdır. Önceki yüzyılda doğan Marksizm, politik tiyatro üzerinde etkili olan temel unsurlardan yalnızca biridir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Almanya’nın yaşadığı yıkım, toplumsal ve sanatsal ihtiyaçları yeni boyutlara taşır. Erwin Piscator, tiyatronun topluma doğrudan bağlanma potansiyelini dikkate alarak politik tiyatro kavramını ortaya koymuş ve sosyalizmin savunduğu fikirleri halka açıklamak için bu aracı kullanmıştır. Piscator, şu ifadeleriyle bu durumu netleştirir: “Eğer sanatın herhangi bir anlamı varsa, bunun sınıf mücadelesinde bir silah olarak kullanılması olduğu sonucuna ulaştık.”

Güçlü bir araç olarak kabul edilen tiyatro, günümüzde medyanın etkisinden farksız hale gelmiştir. Bu nedenle, iktidarlar tarihin hiçbir döneminde tiyatroyu tamamen özgür bırakmamıştır. Günümüzde tiyatronun çeşitli siyasal ve ekonomik baskılarla yıldırılması, tesadüf değildir ve aslında yeni de değildir. ‘‘Türkiye’de Tiyatronun Siyasal Rolü’’ kitabının yazarı Erdem Ünal Demirci, bu bağlamda şöyle der: “Tiyatro, tarihin her döneminde iktidarların elinde önemli bir silah olmuştur. Toplumu etkilemiş, yön vermiştir ve daha açık bir ifadeyle hâkim iktidarların oluşturmayı amaçladıkları düzene bağımlı yurttaşlar için fırsatlar yaratmıştır. Ancak bu, tiyatronun her zaman yönetici sınıfın çıkarlarına hizmet ettiği anlamına gelmez. Tiyatro, aynı zamanda muhalif bir güç olarak da varlığını sürdürmüştür.”

Bu ideolojik aygıt haline gelme arzusu, tiyatronun mevcut güçlerin sesi olarak kullanılma çabasının bir sonucudur. Ancak kültürel politikaları yeterince güçlendiremeyen iktidarlar için bu yol genellikle zordur. Bu yüzden sansür, çoğu zaman tercih edilen yöntem haline gelir.

Piscator, politik tiyatroda “ajit-prop” adı verilen, kitlelerin duygusal yönlerini ortaya çıkararak harekete geçirmeyi amaçlayan bir yöntemi kullanmıştır. Devrime hazırlık sürecinde belgesel tiyatro öğelerini de sinema unsurları ile harmanlayarak tiyatro sanatına dahil etmiştir.

Piscator’un öğrencilerinden biri olan Bertolt Brecht, epik diyalektik tiyatronun unsurlarını belirleyerek onu sosyalizmin bir aracı olarak kullanan önemli bir figürdür. İkinci Dünya Savaşı’na tanıklık eden Brecht, toplumsal bilim ve insan ilişkileri üzerine ele alim bir tiyatro yaklaşımı geliştirmiştir. Epik diyalektik tiyatro, insan ilişkilerinin nedenselliklerini sorgularken, sahnede gördükleriyle özdeşleşmeyi reddeden bir seyirci olmayı hedefler. Brecht’in tiyatrosuna daha derin bir bakış açısı sunabilmek için bu konuyu gelecek haftaya bırakırken, başlangıçtaki vaat ettiğim yolculuğa devam edelim.

Bertolt Brecht, Erwin Piscator

Politik tiyatro, sol görüşe ait bir şeklidir. Çeşitli siyasi yaklaşımlar barındırsa da, yalnızca topluma eleştiri getiren, demokratik, sol ve sosyalist tiyatro örnekleriyle bu alanı işgal etmiştir. Marksizm ve Marksist estetik kavramlarını kavramak, bu okumaları yaparken faydalı olacaktır. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler için pek çok kaynak mevcut. Bir başka hafta belki sınıf mücadelesine dair de kısaca bahsedebilirim.

Sanayileşmenin etkileri ve 20. yüzyıldaki büyük savaşların yarattığı sonuçlar, tiyatro sanatını dönüştürmeye zorlamıştır. 1960’lara gelindiğinde, değişen toplumsal talepler tiyatronun da söylemlerini etkilemiştir. Özgürlük ve eşitlik talepleri ile savaş karşıtlığı, tiyatronun ana temaları haline gelmiştir. Bu değişim, biçimsel farklılıkları da beraberinde getirmiştir. Sokak tiyatrosu, görünmez tiyatro, forum tiyatrosu ve happening gibi unsurlar, geleneksel yapıların dışına taşarak yeni bir politik söylemi sahneye taşımıştır.

Günümüzde, giderek artan iletişim araçları, gelişen teknoloji ve internet, tiyatronun kitleler üzerinde etkisini zaman zaman yitirmesine neden olsa da sanatçılar, seyircilerini tiyatro ile birleştirmenin yeni yollarını aramaktadır. 21. yüzyılda hâlâ var olan gelir dağılımı adaletsizliği, savaş gerçeği başta olmak üzere; toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın hareketleri, artan şiddet olayları, azınlık hakları, göçler gibi sosyal sorunlar tiyatro üzerinde büyük bir etki yaratmaktadır. Bu sorunlar, “öteki” olarak adlandırılan grupların ve bireylerin düzene itirazlarını şekillendirmektedir. Her itiraz, gerçek ve son derece politiktir.

Bu parçalanmışlık içerisinde tiyatro sahnesinin konvansiyonel yaklaşımlarla anlatılması yetersiz kalmakta; postdramatik tiyatro bu uyumsuzluğu mümkün kılmakta. 21. yüzyılda metni neredeyse ortadan kaldıran, sahnelemeyi ön plana çıkartan ve bireysel deneyimlere odaklanan postdramatik tiyatro, seyircisinden anlam üretmesini beklemektedir. Dikkate değer bir deneyim sunarak, izleyicileri konfor alanlarından çıkaran bu tür, sahnede çok sayıda gösterge kullanarak metinler oluşturmaktadır. Metinlerarasılık ve türlerarasılık sıkça kullanıldığından, postdramatik tiyatronun izleyicisi, entelektüel arka planı geniş bir kitleyi hedeflemektedir. Bu bağlamda, postdramatik tiyatro, seyircisini özenle seçen bir tür haline gelmiştir.

21. yüzyılda, politik olanın anlamının değişimini ve postdramatik tiyatronun yeni politik söylemlerini ele almak, günümüz tiyatrosunun dinamiklerini anlamak açısından önemli bir konudur. Tiyatro sanatı ile toplumsal olaylar arasındaki ilişkiyi değerlendirerek, tiyatronun nasıl bir araç olarak evrildiğini ortaya koymaya çalıştım. Tiyatro sezonu kapanmaya yaklaşırken, bu tür konular üzerine tekrar çalışmalar yapabiliriz. Gelecek hafta Brecht’ten bahsetmeyi planlıyorum. “En iyi tiyatro gerçeğin kendisidir.” diyen Piscator ile hepinize mutlu bir hafta sonu diliyorum.

reklam

YORUM YAP